Gece yazı mı olur demeyin; gece düşünce varsa yazı da vardır...
Geçenlerde sosyal medyada, bir paylaşımda, ‘Hayatınızın son günü olsa ne yapardınız?’ minvalinde bir paylaşım vardı.
Paylaşımı yapan kişi, öleceğimizi bilsek ibadete sarılacağımızı, daha çok dua edeceğimizi söylemiş ve öleceğiniz günü bilmediğinize göre Allah’a yakınlığı neden ertelersiniz diye sormuş.
Düşündüm, yarın öleceğimi bilsem ilk aklıma gelen, söyleyemediğim şeyleri söylenmesi gereken kişilere söylemek olurdu.
Elbette bu bir pratik; gerçekte böyle bir şey olduğunda ne yapacağımızı kestirmek zor.
Sonra da, neden bunu öleceğim güne sakladığımı sordum kendi kendime.
Bir sürü yanıtı var ama sanırım en önemlisi, tepki görmemek, toplum içinde baş gösteren olmamak, uyumu bozmaktan kaynaklı tedirginlik, dolayısıyla biçilmiş kusursuzluğa uymak.
Yine geçenlerde bir meslektaşım ziyaretime geldi.
Bu aralar akademiyle uğraşıyor. Akademinin kendine ne kadar iyi geldiğini, kendini bulma yolunda bir kapı araladığını anlattı. Sonra da 60 yaşında bir unvan alıp daha sade ve kendi isteklerini yerine getirebileceği bir hayata evrilmek istediğinden söz etti. Kendisi 40’lı yaşlarında.
Ziyaretten sonradan beri düşünüyorum, 60 yaşımıza neye güvenip de hedef koyarız.
Bir güvencemiz yok da, içine düştüğümüz sorumlulukları bırakamayacağımıza olan inancımız çok büyük.
İçine düştüğümüz mü, düşmeyi tercih ettiğimiz mi buna karar veremedim. Zaten insanın bazı yanıtları vermesi zor, çünkü verirse gerçeğin farkına varacak. Gerçeğin farkına varınca da, sözüm ona rahatlığı bozulacak. Malûm, insan farkına varınca harekete geçmek zorunda hissediyor kendini.
Bu, içine düştüğümüz ya da düştükten sonra çıkmayı tercih etmediklerimizden dolayı, nefes almayı yaşamak sandığımızı fark ettim.
Sonra da karşıma, Prof. Dr. Ali Osman Gündoğan’ın 2019’da kaleme aldığı yazısı çıktı. Ali Osman Gündoğan Muğla Üniversitesinde Felsefe Bölüm Başkanı. Atatürk Üniversitesinde öğrenci iken, ders almışlığım vardı kendisinden.
O yazıda anların değerinden söz ediliyordu.
Hoca, yazısına, hayatın nasıl yaşanması gerektiğini ölmeye yaklaştıkça öğrendiğimizi iddia ederek başlamış.
Borges’in 85 yaşında kaleme aldığı ‘Anlar’ şiirinden yaptığı alıntı ile de görüşünü beslemiş. O şiirde Borges şunları söylemiş…
“Eğer yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde daha çok hata yapardım.
En önemlisi de, kusursuz olmaya çalışmazdım.”
Oysa hepimiz kusursuzluktan öleceğiz. Hele sosyal medyada bunun için harcadığımız çaba… O çabalarımız bir araya gelse atom parçalanabilirdi.
Peki ama ölmeye yaklaşmadan bunu anlamak mümkün mü?
40’lı yaşlardaki meslektaşımın söylediğinden de görüldüğü üzere pek mümkün görünmüyor.
Hele ki, sıradan bir ölümlü iseniz hiç mümkün görünmüyor.
Çünkü sıradan ölümlü iseniz görevleriniz vardır, o görevleriniz sizin kimliğiniz olur ve o görevlerinizi kusursuz yerine getirmek de ikinci en büyük göreviniz olur.
Görevlerinin kölesi olmuş sıradan ölümlülerin, görevleri dışında kalan zamanları yalnızca yaşamsal ihtiyaçlarını görebilecek kadar olduğu için, an falan düşünmeye de vakitleri yoktur.
Bazen an onu kovalayacak olur, ama o ana hapsolmaktan kaçar. Kaçar ki, gerçeğin farkına varıp da rahatı bozulmasın.
Görevlerimizin sunduğu illüzyon hayatlarımız içinde, bizi ana çağırabilecek tek şey sakin kalmak, dinmek ve bu durumlarda merceği uzağa alıp akıp giden anları izlemektir.
Ama görev dünyası bunu istemez çünkü sakin sessiz anlara bakıp izleyebilenler görev dünyasının kurallarını toptan reddedenlerdir.
Ne hazin… Nefes aldıkça yaşadığımızı sandığımız görevlerimiz var ve o görevlerimiz içinde, güya kurtuluş olarak kendimize belirlediğimiz zaman dilimleri; 60 yaş.
Ali Osman Gündoğan yazısında, kusursuzluk telaşından dolayı insanın kendi eliyle kendini öldürdüğünü ifade etmiş.
Onun ya da Borges’in ‘kusursuzluk’ dediğini ben ‘görev hayatı’ ya da ‘hayatı görev gibi yaşamak’ olarak tanımlıyorum.
Yaşar Kurt’un ‘Tahta Tekerlekler’ adında bir şarkısı var.
O şarkıda cesetlerin bazılarının yaşadığını söylüyor.
Sanırım, anların varlığının farkına varan sıradan ölümlülerden söz ediyor, yaşayan cesetler derken.
Peki, siz hayatınızın son günü olduğunu öğrenseydiniz ne yapardınız?