Sabahın üçünde gazetelerimizin manşetlerini hazırlamaya çalıştığım bir sırada aniden sislerin sardığı gözlerimi açık tutma gayretim başımın arka kısmından başlayan şiddetli ağrı ile beni teslim almasına rağmen verdiğim mücadeleden yenik düşüp, kendimi zor eve attığım saatlerde Ankara merkezli siyasetinde benden beter bir halde olduğunu cep telefonuna gelen son dakika bir kara haberle öğreniyordum.
53 yaşıma girdiğim şu günlerde bu zamana gelene kadar solumdan yediğim kurşun, aynı yerden aldığım bıçak darbesinden daha ağır bir acı ile beni kıvrandıran baş ağrımın nedenini merak ederken, Ankara'nın da hastalanıp, hastanelik olduğunu kendisine kendim kadar acıyarak öğreniyordum.
Tesadüf mü bilmem ama kendisini zaman zaman acımasız eleştiren biri olarak ikimizin de aynı anda, hatta aynı saatlerde rahatsızlanmamızın nedeninin olağanüstü bir çalışma temposu içinde kendimizi kaybetmemizin bu sendelemelere neden olduğunu da iki elimin arasına aldığım başımın ağrıysıyla düşünüyor, o saatte uyandırdığım eşime yaktırdığım elektrik ocağının önünde salonda halsizce yere düşüyordum.
Yılda ortalama 8 kez doktora koşan bir toplumun ferdi olarak önünden geçtiğim hastaneye değil de, niye kendimi eve atıyordum onu da anlayamıyordum...
Acaba doktor olmaz, muayene edecek kimseyi bulamaz diye mi onu da anlamamıştım...
Ancak Belediye başkanımızın kulvar yapacağım deyip, 3 yıldır yapamadığı çok şey gibi bozuk yolda zor bela attığım evden yeniden çıkıp, gittiğim hastanede yediğim iki iğne ile ancak kendime gelirken, yoğun temponun getirdiği yorgunlukla sendelemeye başlayan vücudu gazeteci, başkan ya da Ankara olsanız çokta yormamak gerek şu bir türlü düzelmeyen dünya da...