Yine ve hep aynı saatlerde soğuk bir yerlerden giriyor evceğizime. Muhakkak Türkçede böyle bir kelime yok. Ya da dış cephe montalamam... O yüzden uyarı veriyor 2001 world Türkçesi uygulamam ve yine bir o kadar eski Ardahanlı bedenim. Evet, memleketimizdeyiz çok şükür. Ardahan bize öyle bir sarılmış ki bırakmıyor. Bende bırakıp gitmek istemiyorum buraları. Bir şeye yaradığımızdan da değil! Ama sanki gidince ihanet edecekmişim gibi bir his uyandırıyor bu hal bende! Beni burada tutan her ne ise öyle güçlü halatlarla bağlamış ki; çözüp koparıp atamıyorum. Yakındığım bu halin nedenini burada anlatmayacağım ancak kesip atmalıyım o gemi halatlarını.
Bir şeyi kabul edelim kış güzel gidiyor Ardahan’da. Gözünüz aydın olsun Şubat’ı da yediz! Tam böyle derken sabah köy yolları kapanıyormuş! Nazarım yoktur merak etmeyin. ‘Az camdan dışarı bakın!’
Ardahan’ı yazalım ya Ardahan’ı… Ardahan’ı kadersizliğine neden olan bazı gerekçelerini.
Belediyemiz ve Başkanımızdan başlayalım. Sayın Başkanımızın ve kurumunun içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar ve bunlara rağmen kendisinin ve ekibinin bir şeyler ortaya koyma çabası oldukça dikkat çekici. Kendisini iki kez tanıma fırsatı buldum. İkincisinde müdürleri ve amirleriyle tam 4 saat süren toplantısı üzerine birkaç kelam edebildim. 4 saat boyunca müdürleriyle Ardahan’ı sorunlarını değerlendiren başkanımızın yorgunluğu yüzünden okunuyordu. İnsan ilişkilerine, insanlara, sorunlarına onca yıllar yaptığı yöneticiliğe ve dolayısıyla yorgunluğuna rağmen hala ajandasında yeni bir beyaz sayfa açması bu yorgunluğunun önüne geçemiyordu.
Gazeteci Özkan Karakaya ile başkanımızı ziyarete gittiğimde sohbet esnasında şöyle bir şey söyledi: “Biraz daha iyi bilseydim belediyeciliği ya da Eskişehir’e gidip Yılmaz Hocanın yanında biraz kalabilseydim çok iyi olacaktı” diye kurduğu cümlesi onun gerçekten bir şeyler yapmak istediğinin açıkça göstergesiydi.
Her ne kadar misafirlerine bir çay ısmarlamamış olsa da biz kendilerinden çok umutluyuz. Bu arada ıhlamuru da güzeldir belediyemizin keşke içebilseydik. Ardahan Belediyesi ile ilgili toplumda dikkat çeken ve en çok konuşulan konu; işe alınan personellerden bazılarının işlerinden edilmiş olmaları. Başkanımızın bu duruma muhakkak bir cevabı vardır. Ancak böylesi bir süreçte bir insanın evine ekmek götürememesinin çok önemli nedenler ile açıklanması gerekir. Empati yapılacak olunursa ne demek istediğim çok iyi anlaşılacaktır. Düşünsenize bir çırpıda işsiz olduğunuzu!
Belirli başlı yöre sorunlarını hızlı geçeceğim affedin neticede kitap yazmıyoruz.
Ah Çıldır Gölü ah! Gelelim Çıldır Gölümüze. Çıldır Gölünün hazin kaderine: Balık popülasyonunun neden katledildiğini masaya yatırmanın zamanı gelmedi mi?
İsrail Sazanının Çıldır’ın orijinal sarı balığını bitirme noktasına getirme kararını alan kim? Bu canavar balık kendi kendine gelmişse bu durumun bir hal çaresi görülememiş! Böylesi ekolojik sorunların ortaya çıkması amiyane bir durum olmamalı! Yeşilırmak ve Kızılırmak da aynı sorundan mustarip. Ancak orada ciddi projelerle sorunun üstesinden gelmeye çalışıyorlar. Ama bir neden diye daha sormak gerek? Bu sorunun kaynağına inip buna neden olan gerekçeleri bir Vali olsaydım dinlemeyi ve acil eylem planları ortaya koymayı ve buna neden olan kişi ya da kişilerle bu mevzuyu masaya yatırmayı çok isterdim. Ama Vali değilim Aliyim. Tanıtmış mıydım kendimi?
Bizler, Çıldır gölü Ardahan’ın mı? Kars’ın mı? Tartışmalarını yapa duralım, bu kör ve sağır tartışmaların bu güzel Göl’e hiçbir faydasının olmadığını belirtmeliyim. He o konuya gelelim derseniz o konu tartışmaya kapalı bir konu. E tabi Ardahan’ın. Ardahan’ın olmaya Ardahan’ın da Ardahan kimin?
Doğu Anadolu Bölgesinin en büyük tatlı su Gölü ne kadar az kıymet görüyor öyle değil mi? Göl’e ait Akçakale Adasında bulunan 10. Yüzyılda yapıldığı bilinen Kilise ve bölgede çok eski çağlara dayanan yerleşim alanı kalıntıları görülmeye değer! Burada çeşitli turizm faaliyetlerinin yöreyi ayağa kaldıracağı su götürmez bir gerçektir. Ancak yörede çok ağır ve korkutucu bir sessizlik hâkim.
Doğu Ekspresi Treni’nin son noktası Ardahan olmasın diye bir taraflarını yırtanlar, Doğu Ekspresinin de sonunu hazırladılar maalesef. Eski popülerliği bir yana, treni kullanan sayısı yerlerde! Bunun sebebini en son Kars ziyaretimde bizatihi araştırdım. Yöredeki bazı esnafların iddialarına göre; gelen misafirlere bazı kesim öyle kötü davranmış ki gelen insanlar el çekmiş! Posof’a gelelim. Kırmızı elması meşhurdur dedik dedik; elma piyasada yok! Elmanın satıldığı tek bir işyeri olmaz mı? ‘Ya işte efendim sadece belirli aylarda toplanıyor’ İyi tamam toplanıyor da o belirli aylar hangileri? Ayrıca sorumuz o değil! Elma nerede? İçi kırmızı olan elma nerede? Yok! Şeker hastaları için muazzam bir ürün olan içi kırmızı elma sanırım bunun için ışık hızıyla toplanıyor ve bu toplandığı yer devlet sırrı gibi bilinmemekte. Elma nerede? Sır dedik ya baba!
Posof Fasulyesi mesela! İspir fasulyesini duymayan yoktur. Posof fasulyesi daha lezzetli ve çok daha iri bir türdür ancak söylediğim gibi ürünün lansmanı ve üretiminde problemler var. Falanca yerin falanca ürünü meşhur ancak bizim meşhur ürünlerimiz kendi halklarımız tarafından bilinmemekte.
Damal! Sene 1999… Japonya da el emeği sanatları dalında düzenlenen bir yarışmada Damal bebeğinin Dünya birincisi olduğunu biliyor muydunuz? Damal bebeğimiz maalesef sadece kurumlarımızın vitrinlerinde boynu bükük hala o kocaman lansmanını beklemekte. Bir bebek bir yörenin tanıtımı için yeterli bir materyal mi? Evet orası tartışılır ancak Dünyaca ünlü İtalyan Ressam Bruno tarafından ‘ağlayan bebek’ adlı bebeğin tüm dünyada yankı uyandırdığını hala birçok ev ve işyerinde asılı oluşuyla kanıtlamak mümkün. E tabi o portreyi bu kadar meşhur yapan onun bir o kadar etkileyici bir hikayesinin olmasıdır. İngiliz ‘The Sun’ gazetesinin 4 Eylül 1985’de yayınladığı habere göre, Maden kasabası Yorkshire’deki bir itfaiyecinin, tamamı yanan birçok evde bu posterin hiç zarar görmediği iddiası yazıldı. Portreyi hatırlamayanlar için bir detay daha verecek olursam ülkemizde “ÇİKO” olarak da biliniyor bu bebek. Ayrıca insanda acıma, merhamet gibi duyguları uyandırmasıyla da bilinen bebeğin üzgün yüz ifadesinden bizim Damal bebeğinde de var ama bizimkisi hem meşhur değil hem de bir hikayesi yok!
Konu hikâye kıymetli okurlar konu hikâye! Bir şey bilinmek üzere ise bir hikayesi olmalı. Dolayısıyla bir manası oluyor. Damal Bebeğimizin bir hikayesi olmadı velhasıl! Onun üzerindeki o inci gibi yöresel elbiselerin bir hikayesi olmadı!
İlçelerimizin Ardahan gibi çok ciddi sorunları var. Mesela; Hanak, Damal, Çıldır gibi ilçelerimize hala doğalgaz çekilmemesi nedir abi! Doğalgazın ilk buralardan geçip neredeyse en son buralara gelecek olması ne kadar üzücü!
Ardahan basit bir şehir değil kıymetli okurlar. Çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış; Vatan gibi Vatandır Ardahan. 1068 yılında Alparslan tarafından fethedilen Ardahan’ın ilk adı ‘Ardahan’ı’ olarak bilinmekteydi. Buralarda o kadar ağaç varmış ki gelen hükümdar buranın ardı hani? Diye sadece basit bir soru sormuş olacak ki zavallımın adı öyle kalmış. Yani isimde bile kadersiziz arkadaş!
Memleketimin 2 tane koskoca Milletvekili var. Valisi var memleketimin. Belediye Reisi, Kaymakamları, Muhtarları, çok kıymetli şehri sevenleri, Ardahan sevdalıları var. Bu memleket bir gün hakkettiği değeri görecek ve o çok arzulanan sıçrayışı sağlayacaktır! Ancak hele getir bize bir hikâye lazım kıymetli okur! Bir hikâye ve onu yazacak bir kalem…
Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere esen kalın.